Millet İttifakının Cumhurbaşkanı Adayı Kim Olacak?

 Millet İttifakının Cumhurbaşkanı Adayı Kim Olacak?

Siyasetin uzun süredir ana gündem maddelerinden biri haline gelen bu tartışma bağlamında, her geçen gün yeni isim ve aktörlerin telaffuz edildiğine tanık oluyoruz.

Türkiye’nin politik açmazları açısından son derece sığ ve geleceği tarif etmeyen bir tartışmayla karşı karşıyayız.

Bu soru (aday kim olacak sorusu), Türkiye’nin geleceği açısından öncelikli bir soru değildir. Esasen ilk sorulması gereken soru; “Millet ittifakının müstakbel Cumhurbaşkanı ne yapacak” şeklinde olmalıdır. Öncelikli olarak bu konu ele alınmadıkça, sağlıklı bir zemin oluşturmak pek olası görünmüyor.

Siyasal iletişim açısından; “kim olacak” sorusu, mevcut Cumhurbaşkanının oyun kurgusunun içinde kalan bir sorudur. Mevcut Cumhurbaşkanı mukayesenin kendisi ve yıllardır ilmek ilmek örerek yarattığı yapay kimlik üzerinden şekillenmesini umuyor. Böylece, yıllarca besleyip büyüttüğü kutuplaşmanın zeminini güçlendirebilir.

Her otoriter popülistin yaptığı gibi, öncelikle bir “yapay bir kimlik” yaratma çabasından mütevellit çalışmalarıyla bildiğimiz Erdoğan, yarattığı kimlik ve kendisine atfettiği mana ile bir aktörü çatıştırmayı arzuluyor. Çünkü bunun kendisine kazandıracağını iyi biliyor. Dolayısı ile, tartışmanın bu zeminde kalmasından son derece hoşnut, ve memnun görünüyor.

Oysaki, “Millet ittifakının Cumhurbaşkanı ne yapacak” temelinde gelişecek bir tartışma, gelecek seçimi “iki kişinin yarışı” olmaktan çıkartıp; bir sistem oylaması, rejim ve mevcut rejimden kaynaklı sorunların yarattığı şartlara yönelik bir güven oylamasına dönüşecektir.

Yani, eğer; “mevcut rejim ve rejimin yarattığı sorunlar ile, yeni sistem ve sorunlara getirdiği çözümler” oylanırsa; Millet ittifakı seçimi açık ara kazanır.

Milletin önüne elbette “kişiler” çıkacak. Ancak, yarış kişiler arasında değil; temsil ettikleri ilkeler arasında olacak. İlkeleri tartışmadığımız taktirde, kişilerin “kaşı, gözü, kimliği, aidiyetleri” tartışılacak.

Bu koşulda, en radikal ve popülist aktör olan mevcut Cumhurbaşkanı, tamda oyunu bu zeminde tutup, rakibiyle kavga edecek; meseleyi kişiselleştirip, yıllardır özenle yarattığı “yapay kimliği” kullanacak.

Daha açık belirtmek gerekirse; Millet ittifakının adayı özeline indirgenmiş bir seçimde; adayın kaşı, gözü, Erdoğan’ın yarattığı “yapay kimlikle” karşıt çelişkileri, seçimin ana gündemi olacak. Böylece Erdoğan, tabanını konsolide etmeye, “kötünün iyisi” olarak adlandırılmaya çalışacak. Ben, Erdoğan’ın mevcut rahatlığında, tam olarak bunu görüyorum.

Ancak, düşününüz; “aday kim olursa olsun,” Millet ittifakı “a,b,c,d,e,f,g” işleri yapacak şeklinde bir tavır, toplumda “yahu adaydan ziyade, bu mevcut anayasadan ötürü oluşan sorunlar; yeni bir anayasayla çözülebilir, değişim lazım” fikrini tetikleyebilir. Kaldı ki, bu fikrin kendiliğinden tetiklenmesini beklemek dahi hata olacaktır. Aksine, Millet ittifakı toplumu tam olarak bu mindere çekmelidir. Çünkü bu minder hakikat minderidir.

Otoriter Popülist mevcut Cumhurbaşkanı, çok sert bir biçimde; toplumu gerçeklerden uzaklaştırmak için bir oyun kurgulayacak görünüyor. Yaşadığımız ekonomik krizin sebebi olan bu mevcut rejimin sorgulanmaması namına, yeni bir “kimlik” çatışması ile karşı karşıya olabilir.

Almanya’da sıkça kullanılan “kültür kamp” deyiminin laboratuarı gibiyiz. Türkiye uzunca bir süre, ideolojik kampların politik gerilimi üzerinden şekillenen bir siyaset modeliyle yönetildi. Lakin son dönem, ideolojik kampların dağıtılıp; kültür kampların hakim hale getirildiği bir dönemdi. Burada, merkez ve merkezin çevresindeki baskın kimliğe yaslanıp; ona ince ayarlar vererek kendi kimliğini inşa eden Erdoğan; büyük bloğu tutmayı başardı…

Ancak, 16 Nisan referandumu sonrası oluşan yeni konjonktür; Erdoğan’ı merkezden hızla uzaklaştırırken; radikal bir çizgiye oturmasına yol açtı. Erdoğan ve ortağının siyaset hattı, liberalleri, ılımlı muhafazakarları ve kürtleri kaybetti.

Diğer tarafta ise, merkezle iletişimi çok güçlü bir ittifak şekillendi. Merkeze, ılımlı muhafazakarlara ve Kürtlere seslenebilen bu ittifak (Millet ittifakı) son anketlere göre Cumhur ittifakının önüne geçmeyi başardı. Esasen bu durum, siyasetin bir bilim olduğunu teyid eden, son derece doğal ve gerçekçi bir durumdur.

16 Nisan anayasasıyla birlikte, devlet kurumları tek bir ele bağlandı. İnatla yargıyı itibarsızlaştıran yeni yürütme; para politikaları hususunda bağımsızlığa dair zerre şüphe bırakmaz bir müdahaleci yol izledi. Ve kaçınılmaz olan gerçekleşti. Türkiye’nin CDS (risk primi) olağanüstü yükseldi. Ülke, döviz ihtiyacını karşılayamaz hale geldi. Ve gözler; TCMB’nin 128 milyar dolarına dikildi. Ve o rezervlerde bozdurularak, tüketildi. Geriye ne kaldı? Rezervsiz, dışarıdan döviz getirtemeyen, riskli ve istikrarsız bir ülke.

Faiz politikasına siyasetin doğrudan her müdahalesi, riskleri dahada arttırdı. Risk arttıkça; içerideki hareketli döviz azaldı. Yerli, parasını bankaya gömdü. Yabancı, pılını pırtını toplayıp kaçtı.

Döviz arttıkça, fiyatlar yükseldi. Enflasyon, pahalılık, zamlar ve yaşadıklarımız.

Çözüm neydi? Riskleri azaltmak ve Türkiye’ye yönelik yatırım odaklı döviz akışını sağlamak. Bunun için ne gerekliydi? En başta, kesin olarak bu sistemi değiştirmek. Kuvvetler ayrılığına dayalı yeni bir anayasa yapmak.

Dolayısıyla, mevcut anayasal düzen; asla düzelmeyecek bir ekonomi demektir. Tek adamcı rejim, tek kişinin yargı ve para politikalarına müdahalesi demektir. Sonuçları ortadadır. Sonuç zamdır, pahalılıktır.

Millet ittifakı, öncelikli olarak; sistem değişikliğinden bahsetmektedir. Yani “Güçlendirilmiş Parlamenter sistem” ile Türkiye, derhal bağımsız bir yargıya ve yine bağımsız bir TCMB’na kavuşacaktır. Kurumlar derhal bağımsızlaşacak, böylece Türkiye’ye yönelik risk algısında ciddi bir düşüşle karşılaşacağız.

TCMB’nın, yapısal reformlara bağlı faizin doğal düşüşünü hedefleyerek; faiz arttırma sinyali vermesi halinde, öncelikli algı ne olacaktır? Türkiye’de Dolar/TL kısa vadede 5-6 TL olabilir. Şu halde, 10-12 TL iken girmek kazançlıdır. Yani ben, yeni hükümetin “Güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş ve yapısal reformlar programını” içeriye ve dışarıya ilan ettiği gün itibariyle, hızlı bir para hareketi yaşayabileceğimizi düşünüyorum.

Yeni hükümet, ilk bütçede vereceği mesajla; üreticiyi kollayacak, sektör bazlı büyüme saçmalığından vaz geçecek. Yani, reformlarla verilecek mesajların geri dönüşü hızlı olacak. Ve TCMB, piyasa kuralları gereği kademeli olarak “bağımsız” biçimde faiz düşürecek.

Düşük kur, düşük faizl ve düşük enflasyon iklimine geçişin fevkalade hızlı olacağı yeni dönemde, başta yargı reformu olamk üzere; Türkiye’yi yeniden Avrupa ligine sokacak büyük reformlara tanık olacağız.

Dolayısıyla; “her kim olursa olsun,” Millet ittifakı adayının ne yapacağı bellidir. Dolayısıyla, “kaşını, saçını, gözünü” tartışmak, zaman kaybıdır.

Millet ittifakının reform protokolüne sadık, yetkilerinden gönüllü feragat etmeyi taahhüt edecek, programı uygulayacak bir kişiden bahsediyoruz. Bunun kim olduğu, kim olacağı gibi bir tartışma, anlamını yitirmiş bir tartışmadır.

Siyasi aktörlerin, siyasi program ve liderlik karizmasının yarışacağı ilk seçim; “2028” seçimleridir. 2023-2028 Arası ile 4 kademeli bir süreçtir. Bu kademeler; “değişim, normalleşme, reformlar (anayasa değişikliği) ve büyüme” dönemidir. Yani diğer bir tabiriyle; Türkiye’nin “normale geçiş” dönemidir.

Bu süreçte yeni hükümetin TEK önceliği, “Türkiye’nin ağzına kadar dolu olan problem sepetini boşaltmak” olacaktır. Bunun için, ivedilikle reformlara girişecek, bırakın devri sabık yaratmayı; hukukun işleyeceği her olası cinayetin yaratacağı olumsuzlukların altında ezilecektir.

Dolayısıyla, kimsenin; yeni dönemin bir intikam dönemi olacağı fikrine kapılmaması gerekir. Tam aksine; Türkiye, bu dönem yaşanan hukuk cinayetlerine geri dönmeksizin normalleşecektir. Türkiye’nin yeni hükümetinin, yargının itibarını en kısa sürede iyileştirecek adımları geciktirdiği her an, ekonomik bir felaketle karşı karşıya kalmasına yol açabilecektir. Dolayısıyla, “Türkiye’nin normale geçiş” sürecinin selameti açısından, son derece güçlü bir mutabakat ve protokolle yola düşmek elzemdir.

Özetleyecek olursak;

Türkiye seçime gidiyor. Bu seçim, iki olgu arasında olacak.

  1. Türkiye’yi bugün yaşanan krize mahkum eden TEKÇİ ve kuvvetler birliğine dayalı rejim.
  2. Türkiye’nin finans krizini aşabilecek TEK yöntem olan, kuvvetler ayrılığına dayalı Güçlendirilmiş Parlamenter sistem ve reform hükümeti.

Seçim bu iki parametre arasında gerçekleşecek iken, toplumu; “açlık ile tokluk, varlık ile yokluk” arasında tercihe zorlamak varken, niçin “Erdoğan ile Ahmet yahut Ayşe” arasında bir tercih tartıştırıyoruz?

Konumuz, kimin aday olacağından ziyade; nasıl bir sürece girdiğimiz değil mi?

Şu halde, yüksek bir sesle söyleyeyim. Türkiye, bir normalleşme sürecine gidiyor. Millet ittifakının aday yahut adayları kimler olursa olsun, ister A parti, ister B partiden olsun. Her kim olacaksa, yapacakları bellidir, çerçevesi oluşmuştur. Şu halde; yeni dönem (2023-2028) ORTAK MUTABAKAT dönemidir. Bir siyasi parti programının yahut bir liderin doktrininin dayatılacağı ve hükümet edeceği bir dönem değildir. Biz, siyasi liderler arasındaki ilk tercihimizi; 2028 seçimlerinde gerçekleştireceğiz.

Şimdilik “mevcut statüko ve zam rejimi ile yenilik ve reform hükümeti” arasında tercih yapacağız.

Eğer siyaseti bu eksende örmezsek, her şeyi riske atabiliriz…